top of page

Gerçekliğin Bozumu: Dogtooth (Köpek Dişi)

Güncelleme tarihi: 8 May 2021

Film Analizi


ree

(Yazının içeriği, filmle ilgili spoiler içermektedir.)

Yorgos Lanthimos tarafından 2009 yılında hayata geçirilen “Köpek Dişi” (Dogtooth) filmi, beş kişilik bir ailenin yaşamını konu alıyor. Filmin ambiyansını, neler olduğunu ya da hissettirdiğini izlemeye ilk başladığınızda tanımlamakta zorlanıyorsunuz. En azından benim için öyle oldu. Rahatsız olduğum, gergin hissettiğim ve neden böyle hissediyorum diye sorduğum anlara şahit oldum. Bu anlar sonra yerini rahatlığa bıraktı diyemeyeceğim. Aksine film boyunca bu hislerin içimdeki dansına şahit olduğumu söyleyebilirim.


Bu filmde ne anlatılıyor? Anne, baba, iki kız ve bir erkek kardeşten oluşan bir aile; şehrin sınırları dışında, etrafı çitlerle çevrili, büyük ve havuzlu bir evde yaşıyor. Filmin hemen hemen hepsi bu evde geçiyor. Yirmili yaşlarında olan bu üç çocuk ve anne evden hiç ayrılmıyor. Sadece baba evin ihtiyaçlarını karşılamak için işe gidip geliyor o kadar. Eve de dışardan herhangi bir giriş yapan yok. Herhangi bir akraba, arkadaş evin sınırları içerisinde film boyunca görünmüyor. Tabii bir istisna var: Christina. Christina film boyunca bu eve dışardan girebilen tek kişi ve babanın iş yerinde güvenlik görevlisi olarak çalışıyor. Bir de adını bildiğimiz tek karakter. Diğerlerinin adlarını bilmiyoruz, kimse birbirine adıyla seslenmiyor. Belki de aslında adları yok. Christina’nın da eve girebilmesinin tek bir nedeni var: erkek çocuğun cinsel ihtiyaçlarını karşılamak.


ree

Neden evden kimse çıkmıyor? Bu evin anne baba tarafından oluşturulduğunu anladığımız belli kuralları var. Dışarıya çıkmanın yasak olmasının temel kural olduğu hemen göze çarpıyor. Çocuklara doğdukları zamandan beri böyle lanse ediliyor. Bu nedenle sürekli evdeler. Dışarıya çıkmanın tek koşulu köpek dişlerinden birinin düşmesi. Evet, yirmili yaşlarda olan bu üç genç de evin sınırları dışına çıkabilmek, dışarıyı görebilmek için köpek dişlerinden birinin düşmesini bekliyorlar. Özgürleşebilmek için, öte tarafı keşfedebilmek için, birey olabilmek için bu koşulun gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorlar.


Dünyanızı nasıl tanımlarsınız? İçine neleri alırsınız? Kapsamı nedir? Nerede başlar, nerede biter? Anneleri ve babaları tarafından konan kurallarla, inançlarla büyüyen ve başka türlü bir dünyanın ya da yaşamın nasıl olduğunu deneyimlemeyen bu üç gence sorsam cevapları muhtemelen “evimiz” ya da “bu ev” olur. Peki, dünyalarının içinde neler var? Üç kardeş evde birbirleriyle sürekli yarıştırılıyorlar (örneğin; gözleri kapalıyken belirlenen bir noktaya ulaşmaları, en çok kimin suyun altında kalacağının belirlenmesi), bazen birbirlerine şiddet gösteriyorlar ve bundan dolayı suçluluk duymuyorlar, anne ve babalarının anlattıkları hikâyelere inanıyorlar, önemli olarak atfedilen akşam yemeklerini birlikte yiyorlar, kardeşlerinin köpek dişi çıkmadan evden çıktığı için bir kedi tarafından yenildiğine inanıyorlar. Ayrıca kelimeleri bizim günlük yaşamda kullandığımız, bildiğimiz anlamdan farklı öğreniyorlar. Mesela bizim tuz olarak adlandırdığımız şey, onların dünyasında telefon olarak adlandırılıyor ya da otoban güçlü bir rüzgâr türü olarak tanımlanıyor. Filmde en çok dikkatimi çeken konulardan bir tanesi de bu: günlük hayatta kullandığımız bazı sözcüklerin filmdeki göstergelerinin farklı olması. Peki, bu çocukların bu kelimeleri bizim öğrendiğimizden farklı anlamlarda öğrenmeleri bunu yanlış ya da hatalı kılar mı? Bize anlamsız gelmesi nedeniyle bu kullanımlara hatalı diyebilir miyiz? Ben diyemeyeceğimizi düşünüyorum. Onlar için kendi alanlarında her şey anlamlı. Kendi evrenlerinde gayet işleyen bir sistemleri var. En azından filmin belli bir yerine kadar bunu gözlemliyoruz.


ree


Dünyalarını bu şekilde tanımlayabiliriz. Peki mutlular mı? Ailenin bu koşullarda nasıl mutlu olabildiklerini sorgulayabiliriz, iç sesimiz ya da özgürlüğümüzün sesi bize bir şeylerin yanlış gittiğini fısıldayabilir ancak evet, bu haliyle mutlular. Başka türlüsünü bilmedikleri için evet mutlular. “Buna yanlış diyebilir miyiz?”, “Kurdukları gerçekliğe hatalı diyebilir miyiz?”, “Bir başkasının gerçekliğini yargılayabilir miyiz?”, “Bu mutluluğu sorgulayabilir miyiz?” işte bunların hepsi film boyunca sorduğumuz sorular. Onların kendi gerçekliklerine sırt çevirmek ve sadece kendi perspektifimiz, kendi doğrularımız üzerinden karakterlerin gerçekliğine yaklaşmak filmi anlamamıza perde çekebilir. Bu tıpkı insanlarla iletişim kurarken sadece kendi doğrularımız üzerinden hareket ederek yargıda bulunmaya benzetilebilir. En azından benim dünyamda böyle bir şeye karşılık geliyor. Bu nedenle olabildiğinde (olabildiğinde diyorum çünkü ister istemez kendi perspektifimiz hep orada) filmdeki gerçeklikte neler oluyor tarafından bakmaya çalışmak, filmi anlamada etkili olacaktır.


Film boyunca akla “Gerçeklik nedir?”, “Bir başkasının gerçekliği benimkini ne kadar etkileyebilir?”, “Farklı gerçeklikler mümkün mü?”, “Bir nesnenin adının değişmesi, onun kapsadığı anlamı değiştirir mi?” gibi pek çok soru geliyor. Belki de filmin amaçlarından biri de bize bunları sordurmak ve sorgulatmak. Öteki dediğimiz aslında kendi dünyasında özne olana yaklaşım tarzımızı bir gözden geçirmek belki de. Hepsi de anlamlı ve derin sorular.

Bu sorgulamalar etrafından ilerlerken evde kurulan sistemin yavaş yavaş bozulduğunu görüyoruz. Her şey Christina’nın kız kardeşlerden büyük olanıyla iletişim kurmaya başlamasıyla meydana geliyor. Evin erkek çocuğunun cinsel ihtiyaçlarının karşılanması için eve gelen Christina, bir süre sonra aradığı tatmini kendi alamayınca bunun karşılanması için kız kardeşe yöneliyor. Ona kendine oral seks yapması karşılığında küçük hediyeler vermeye başlıyor. Verdiği hediyelerden biri de filmler. Bunları izleyen büyük kız kardeş giderek buradaki sözcükleri kendi hayatında kullanmaya başlıyor. Hatta kendine Bruce ismini takıyor ve kız kardeşinden kendisine böyle seslenmesini istiyor. Büyük kız kardeşin dünyasının giderek genişlemeye başladığını gözlemliyoruz. Sadece anne babasının öğrettiği kelimelerle değil, başka kelimelerle de düşünebildiğini görüyoruz. Tabii bir süre sonra dışarının etkisi evde ebeveynler tarafından fark ediliyor. Otorite figürü baba Christina’yı cezalandırıyor. Christina bir daha eve gelemiyor. Baba yaşanan bu bozulmayı toparlamak için müdahalede bulunarak bozulmakta olan ailesini toparlamaya çalışıyor.


Christina’nın eve gelememesiyle erkek çocuğun cinsel isteklerinin karşılanması için evdeki kız kardeşler değerlendirmeye alınıyor. Erkek kardeş büyük kız kardeşi seçerek onunla birlikte oluyor. Burada sadece erkek kardeşin cinsel dürtülerinin ön plana alındığını, kız kardeşlerin ihtiyaçlarının ise arka plana atıldığını gözlemliyoruz. Baba kendisine rakip olabilecek erkek çocuğun ihtiyaçlarına öncelik vermiş, bunu yaparak potansiyel bir başkaldırıyı da engelleyebileceğini düşünüyor belki de. Ayrıca daha önce belirttiğim ev içi yarışmaların da Freud’un temel dürtülerimizden biri olarak açıkladığı saldırganlık (thanatos) dürtülerini dizginlemek ve buradaki enerjinin dağılmasını sağlamak amacıyla yapıldığı düşünülebilir. Bu da olası bir başkaldırıyı engelleyebilir ve evde yaratılan huzurun devamlılığı açısından önemli olabilir. Bu noktada temel dürtülerin karşılanmasının hesaba katıldığı bir düzen görüyoruz. (Kızılay, 2020)

Film büyük kız kardeşin evden çıkma, dışarıyı görme isteğinin yükselmesiyle devam ediyor. Büyük kız bunu yapabilmek için büyük bir istek duysa da evden çıkmak için önce köpek dişlerinden birini kırıyor. Sonra da evden çıkmanın tek güvenli yolu olan arabanın bagajına giriyor. Filmin bu sahnesi Wittgenstein (2006)’ın “Dilimizin sınırları, dünyamızın da sınırlarıdır” tanımlamasına uygun düşüyor. Özgürleşmek için, dışarıya çıkmak, ötekine bakmak için bile önce inandığı doğrularla hareket ediyor. Çünkü başka türlüsünü bilmiyor. Kabuğundan çıkarken de kendi dünyasının sınırları, kendi dili bağlamında bunu yapıyor.

Film babanın sabah arabayla iş yerine gitmesi ile sona eriyor. Arabayı uzak kadrajdan görüyoruz. Gerçekliğe bir kez daha uzaktan bakıyoruz.


Yorgos Lanthimos hepimizin ilkleri öğrendiği; hayatımızın, bakış açımızın şekillenmesinde büyük katkıları olan aile kurumunu farklı bir perspektiften bizlere sunuyor. Bu perspektif bildiğimizden farklı olsa da, bizim dünyamıza uzakmış görünse de aslında ne kadar da içindeyiz dedirten anlara sahip. Aile içinde olanlar en başta hepimize doğru gelir, sorgulamayız ancak zamanla bunları sorgulamayı ve kendi kabuğumuzdan çıkmayı, özgürleşmeyi öğreniriz. Birey olmanın ne demek olduğunu keşfederiz. Kendi yolumuzda ilerlemeye çalışırız. Burada düşünebilmenin ve hayal edebilmenin önemli noktalar olduğunu düşünüyorum. Çünkü düşünebildiğimiz kadar özgürüz ve hayal edebildiğimiz kadar yolumuzu geliştirebiliriz, büyütebiliriz. Düşüncelerimiz hep dilimiz etrafında şekillenir. İfade edebildiğimiz kadar özgür hissederiz. Kendi gerçekliğimizi bunlar üzerine kurarız. “Köpek Dişi” filmi de bunun büyüteçle yansıtılmış bir versiyonu gibi. Filmi izlerken kendimize de ayna tutuyoruz. Neleri yapmak zorunda olduğumuzu, hangi kuralları takip edebildiğimizi, kendi gerçekliğimizi sorguluyoruz. Bunları düşündürmesi ve kendimize bakmamızı sağlaması açısından sizlere önerebileceğim bir film.


Yazıma son verirken size sormak istediğim bazı sorular var. Belki üzerine düşünmek istersiniz:

Siz neleri yapmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsunuz?

Hangi kuralları takip ediyorsunuz?

Sizin gerçekliğiniz ne?

Dünyanızın sınırlarını nasıl tanımlarsınız?

Anlamlı düşünmeler. :)


Kaynaklar:

Wittgenstein, Ludwig, (2006). Tractatus Logico-Philosophicus, İstanbul: Metis Yayınları

Kızılay, Yağmur (2020). Dogtooth: Entrapment in Perceptual Prison. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(1), 167-173)

duygu-bilgin@hotmail.com

 
 
 

Yorumlar


Yazılarımın direkt mailinize gelmesini istiyorsanız;

Teşekkürler!

© 2023 by Sofia Franco. Proudly created with Wix.com.

bottom of page